Herkesin karşı karşıya gelmekten korktuğu olaylar, kişiler vs. vardır. Özellikle son dönemlerde bir hayli üst üste yaşanan deprem felaketi benim için birinci sırada geliyor diyebilirim. Ben şuan Ayvalık’ta yaşadığım için Manisa’da gerçekleşen 4 ve üzeri şiddetindeki depremlerin hepsini hissettim. Elim yüreğimde. Doğal afet. Yapabileceğin hiçbir şey yok, elinden hiçbir şey gelmiyor. Tutmaya çalışsan neyi tutacaksın? Saklansan yıkılan binaya ne yapacaksın? Sadece korunacaksın. Yıkılsa da yıkılmasa da insanoğlunun o anda tamamen eşit ve ne kadar aciz olduğunu gözler önüne seren bu olay bilinçaltımızda bize unutulmayacak anılar bırakıyor. Ki akabinde Elazığ depremiyle bize mıh gibi çakılıyor kalıyor her şey. Empati kurmak hiçbir bu kadar ağır olmamıştı sanki. Gözü yaşlı insanları izlemek, kurtarılmayı bekleyen insanların yardım çığlıkları, ekiplerin canla başla mücadelesi yutkunmamızı engelledi. Bunların yanında düzenlenen yardım kampanyaları bile aldığımız nefesi sorgulattı her saniyesinde. Televizyonda dönen cümleler neydi? Deprem değildi bizi öldüren, binalardı, ihmalkârlığımızdı, neyi nerden çalsak çırpsak da kar etsek diyen düşüncemizdi, kendimizdik.
Geriye dönüp baktığımızda yakın geçmişte yaşanan olayları değerlendiriyoruz. Unutulanlar var, hatırlanmayanlar ve kulaktan dolma bilgilerle fikir sahibi olduğumuzu düşündüğümüz yürek burkan olaylar var. Bunlar depremler olabilir, çığ düşmeleri, heyelanlar, sel felaketi ne eklemek isterseniz devamında gelebilir ama benim değinmek istediğim olay daha başka. Yine işin arka boyutunda ihmalkârlığın boy gösterdiği bu olay bir nükleer felaketi.

Çernobil Felaketini defalarca duymuşumdur, kulaktan dolma bilgilerle hareket etmişimdir ta ki bu diziyi izleyene kadar. İnsan üst üste yaşanan olayların akabinde daha hassaslaşıyor. Deprem gerçeğini tüm soğukluğuyla yaşıyoruz, hissediyoruz ama bizi belki de kapıda bekleyen başka olaylar da var. Bir nükleer felaketi nasıl olur, o anda neler yaşanır, sonrasında bizi ne bekler, etkisi ne kadar sürer gibi bir sürü sorulara cevap bulabileceğiniz Çernobil dizisinde geçmişin tüm gerçekliğini izleyebilme fırsatını buluyorsunuz.
Çernobil (The Chernobyl) dizisi sadece bir sezon. Beş bölüm içeriyor. Her bölüm aşağı yukarı 1 saat sürmekle birlikte olayın gerçekleştiği andan 12 saat öncesinden anlatılmaya başlanan belgesel tadındaki bu dizi günümüze kadar olan süreç hakkında bilgi vermekte.
Utanarak söylüyorum lakin yukarıda da bahsettiğim gibi bu konu hakkında net bilgi sahibi değildim ve bu dizi sayesinde fazlasıyla taşlar yerine oturdu.

Saatin 01.24 gösterdiği, takvimlerin ise 26 Nisan 1986’yı gösterdiği an milat diyebileceğimiz, birçok şeyin seyrini değiştiren o gece. Sonrasında binlerce canlının hayatına sebep olan, doğmamış çocukların dahi kaderinin oynandığı o gece.
Dizide soruyorlar. Yalanların bedeli nedir diye? Özellikle son beş dakikası her şeyi tüm gerçekliğiyle özetlemiş. İzlerken tüylerimin diken diken olması ve bu olayın aslında çok yakın bir geçmişte yaşanmış olması beni fazlasıyla etkiledi. Böylesine bir olayın şuan hayatımızda bilinirliğinin oranına bakıyorum, etkisi hala devam etmekte olan bu olay çok güzel unutulmuş, unutturulmuş bence.
Boş vakitlerinizi değerlendirebileceğiniz en güzel aktivitelerden biri olan dizi izlemek için mükemmel bir tavsiye bu mini dizi. İzleyenlerle aynı paydada buluştuğumdan eminim ama izlemeyenler için şiddetle tavsiye edilir. Bundan sonrası için dileğim şu ki umarım gördüğümüz yaşadığımız olayların daha kötüsü ne olabilir ki derken daha kötüsüyle karşı karşıya kalmayız.
Uzak değil ölüm, herkese bir nefes kadar uzaklıkta. Elazığ depreminde, uçak kazasında, çığ felaketinde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, geride kalan bizler için sabır..
Hayat enerjinizi biran kaybetmeden, sağlıkla ve huzurla…